6 Şubat 2010 Cumartesi

Sakın Seks Yapma!

Seneler önce Microcosmos diye bir belgesel film izlemiştim. Böceklerle ilgiliydi. Son derece huylandığım için film boyunca kazağımı enseme kadar çekerek kasıla büzüle izlediğim bu belgeselden aklımda kalan en güzel sahne, bir sevişme sahnesiydi. Sümüklü böceklerden bir çift, romantik bir arya eşliğinde, koca sinema perdesinde, gözümüzün önünde seviştiler. Önce birbirlerine yaklaştılar, etkilendiler. İlk dokunuşta irkildiler ani bir çekilme yaşadılar. Bu ani çekilme ve zarif etkileşim boyunca, su gibi bir soprano, sümüklü böceklerin aşk ritmine uygun bir eşlik oluşturdu. İnsan sesi eşliğinde birbirlerine sürtünen sümüklü böceklerin aşkı, günlük güneşlik bir doğa ortamında ne kadar da ulvi görünüyordu. Tenlerini zarif ve kibar hareketlerle keşfettiler ve gittikçe yakınlaştılar, bütünleştiler. Birbirlerini ne kadar da iyi tanıyorlardı. Bu beraberlik ve bütünlük duygusunda, çalan müzikte, tepede ışık saçan güneşte de dokunulmaz, kusursuz bir şeyler vardı. Sümüklü böceklerin aşkı, sümüklerimi akıtacak kadar beni ağlatmış, enseme kadar sündürdüğüm kazağımı bir dakikalığına olsa da gevşetmemi sağlamıştı.

Dünya üzerinde seks olmasaydı dünya nasıl bir yer olurdu? Zamanla dudaklarımız evrim geçirir düzleşirdi belki. Dokunmak azalırdı orası kesin. Arkadaşça dokunurduk yine belki. Ama insanlar birbirlerinin vücuduna yüzlerce öpücük kondurmazlar, tenlerinin tadına bakıp gözlerini kapamazlardı. Birbirlerini içlerine buram buram çekemezlerdi. Hani bahsettim ya çocukken her şey iyi hoş da, sonra "ciddi" bir takım tehditlere maruz kalıyoruz diye. Büyük insanlara karşı, sevişmeleri esnasında bir kaç saniyeliğine de olsa çocuk gözünden bakmaya davet ediyorum. Çocuklara geçtiğimiz iltimas gibi, kınamadan yaklaşmayı denersek, aslında sevişirken, cinsel ilişki sırasında pek de dehşete düşüren şeyler yapmıyor insanlar, bunu görürüz. Ne yapıyor insanlar sümüklü böceklerden farklı olarak ve onlara benzer? Birbirlerine yaklaşıyorlar, bakışları değişiyor. Epeyce değişik davranmaya başlıyorlar. Dudakları kenetleniyor. Sarılıp duruyorlar. Vücutlarının gizli bölgelerine olağanüstü bir hayranlık ve sevgiyle öpücükler konduruyorlar. Birbirlerini pek beğeniyorlar. Heyecanlanıyorlar. Nefes alış verişleri hızlanıyor. Bağırmaya, inlemeye ve sesler çıkarmaya başlıyorlar. Kenetleniyorlar. Sonra bir patlama oluyor ve öylece kalıp mahmurlaşıyorlar. Bazen de enerji dolup gülüşmeye ve flört etmeye devam ediyorlar. Tamamen, sadece ne olduğuna baktığınızda bu böyle. Tabi ne olduğuyla ilgili bir ayrıntı daha var biraz daha dehşetli. Gözle görülmese de, kadın erkek arasındaki cinsel ilişkide erkeğin kadına aktarılan spermi yumurtayı döllerse, bu yakınlıktan yeni bir insan tohumu oluşabiliyor. İnsanlar her hissettikleri çekimden ve sevişmeden sonra bu tohum atılsın, 9 ay boyunca da ağır bir süreç başlasın ve vahşi bir patlamayla yeni bir insan dünyaya gelsin istememişler. Mantıklı. Buna da çözüm üretmek zor olmamış. Erkeğin boşalmadan önce dışarı çıkması, veya ürettikleri plastik, esnek başka bir çözüm var, onu taktıklarında sperm yumurtaya ulaşmıyor, döllenme olmuyor. Cinsel yolla bulaşmayan bir çok hastalık olduğu gibi, cinsel yolla bulaşan ve ölümcül de olabilen bazı rahatsızlıklar var. Bu açıdan da bu plastik ve esnek keşif korur olmuş insanları.

Doğum kontrolünden ve bulaşıcı hastalıklardan başka, ciddi anlamda sakınılan başka bir çok şey var seksle ilgili. Bunlar da görünmüyor. Veya döllenme gibi vücudun içinde saklı olan bir yerde fiziksel olarak meydana gelmiyor. Bunlar vücudun daha tepe noktasında bir yerde depolanmış düşüncelerle belirleniyor. Beynimizde. Döllenme, doğum ve bulaşıcı hastalıklar her insanda üç aşağı beş yukarı ortakken, bu düşünceler ve inançlar insandan insana epeyce farklılık gösterebiliyor. Bu yüzden de son derece tehlikeli kavgaların çıkma ihtimali var bu konuda. "Nemelazım, benden farklıysa benimki kötüdür. Ya da onunki." Kiminki daha kötü ona bakmadan önce gelin genel olarak yine bir neler döndüğüne bakalım bu tepedeki eşsiz organımız beyinde.

Genel olarak seks en gizli, mahrem ve özel insan durumlarından biri olmuştur. Bahsederken bazen kaçacak yer aranır. Utana sıkıla gülünür. Bu konu açıldığında pek kimse "aman ne güzel her taraflarına öpücükler yağdırıyorlar" demez. En azından dışarıda bu söylenmez. Söylenirse de şakadır veya komiktir. "Hay allah be alemsin" denir. Hakikaten de alem bir durumdur seksle ilgili önyargısız olmak. Yine bu noktada modern insan, daha güvende, daha modern olabilmek için diğer konularda da geliştirdiği dahiyane formülü "neden bu konuda da olmasın?" diyerek var gücüyle uygulamaya başlamış:

-"Seks mi istiyor? İstemesin. İstiyorsa söylemesin. Söylüyorsa kendine söylesin. Sonra da mümkünse unutsun. Aklından çıkarsın. Yoksa çok kötü olur. " Bu listede en hoşuma gideni şüphesiz, "aklından çıkarmak" komutu. "Çıkar aklından!" denildiğinde, hamarat bir tavırla elimizi kafamızın içine daldırıp, "Nerede bakıyım, hah yakaladım!" diye balık tutar gibi istenmeyen düşüncelerimizi çekip çıkarıp, evde kilitli bir kasaya (belki sonra değerlenir piyasada diyerek) kaldırmak veya çöpe atmak gibi çözümler olamadığı için, bu akıldan çıkarma metodunun nasıl işlediğini merak etmişimdir. Şimdi görüyorum ki, aslında pek de işlemiyor. Hani bahsetmiştim ya, travestiye böyle olma dediğiniz zaman, onu olduğu gibi kabul edenlere de etmeyenlere de cevabı "sen sus orospu" olur. Kasada kilitli tuttuğumuz düşüncelerimizin de böyle sihirli güçleri vardır. Haberimiz yokken, gecenin bir yarısı veya günün en uygunsuz vakti, bir de bakarız ki kasa kilitli, ama düşünce kaçmış! İşin kötüsü, onu kasanın içinde kilitli tuttuğumuz için pek sıkılmış, biz görmeyeli de baya değişmiş. Hırçınlaşmış! Zencilere "siz bizim gibi insan olmayın" dendiğinde canileşebiliyorlar ya hani. "Siz benim diğer düşüncelerim gibi olmayın" dediğimiz o pek uygunsuz seks düşünceleri acaba nasıl başkalaşıyor? Türlü türlü hapishane kaçkını düşünce var ortalıkta. Bunlardan seksle ilgili olanları insana kasadan fıyınca neler mi yaptırıyor? İşte burada, benim anladığıma göre, ne kadar büyük bir kasanın içinde, çıkışı da ne kadar zor ve denetlenmekteyse, o kadar tehlikeli bir hal alıyor bu kaçkınlar. Aşağıda, "Hapis Düşünceler" diye bir film serisi yer alıyor. Bunlardan kimi aksiyon, kimi dram, kimi korku ve dehşet. İçlerinde romantik komedi yok malesef. Aşkla ilgili mi? Evet, ama aşk pek kalmamış. En tekin olanından başlayalım. Sonrasında tablo pek vahim, alıştırarak gitmekte fayda var.

Hapis Düşünceler- Seri 1. "Kaçak Mahkumlar" (Eski kovboy filmlerindeki ıslıklı ve gizemli müzik çalıyor)

Bu mahkumlardan, kaçanlar değil de, bir yolunu bulup çaktırmadan kaçamak yapanları var. Bunlar daha bir kurnaz ve pazarlıkçı. Bazılarıysa laf ebesi. Beynimizdeki gardiyanları ikna ediyorlar. "Vallahi geri döneceğim ya, sadece 10 dakika söz!". Veya gardiyanlar uyurken (bazen alkolün epey faydası oluyor bu durumda) onlar uyanıncaya kadar bir çıkıp geliveriyorlar. Alkolün etkisi geçince gardiyanlara basılmaları kötü tabi. Ayaklanma çıkabiliyor. Fena suçlanıyorlar. Kimisi gardiyanlarla bir duygu sömürüsü ilişkisi içinde işin yolunu bulmuş. "Ah ben zaten bir işe yarasaydım, böyle yalnız olmasaydım, bunları yapar mıydım? At beni zindana, at, bir daha da asla çıkarma! vah, ah ve de yine vah" diyerek, gece vardiyasında kafa bulandırıcı ve uyku getirici içkilere de bu vesileyle ortak olabiliyorlar. O zaman dışarı kaçtıklarında da sarhoş oldukları için bir nebze daha tedirgin ediciler. Her iki durumda da boynu bükük, suçlu bir durumda geri dönüyorlar.

Şimdi biraz daha tehlikeli olan mahkumlara gelelim. Bunlar kaçmayan, fakat kaçanlara gıpta ile bakıp, içlerinde sürekli öfke ve kıskançlıkla hapis yaşamaya çalışan, küskün mahkumlar. Bunların dili çok sivrileşebiliyor. Bazen ispiyoncu oluyorlar. Sizi aklınızdaki gardiyanlara şikayet eden arkadaşlarınız olmadı mı hiç? Mutlaka olmuştur. Yaşadığınız bir deneyimi anlattığınızda,

-"Bu nasıl şey? Peki hiç utanmadın mı? Hiç de düşünmedin öyle mi? Pes.." Böyle sözler nasıl da hapishanenizi sallar. Beyninizin içinde ayaklanma çıkar adeta. İspiyonlanmış kaçaklar, gözünü hırs bürümüş gardiyanlar birbirine girer. Ve kovboy aksiyon filminden, psikolojik gerilim ve şiddet filmine doğru bir geçiş yapılır:

Hapis Düşünceler Seri-2 "Kodeste Katliam" (Daha yavaş, tedirgin edici ve sert bir müzik çalmakta)

Mahkum olmuş, yıllarca da kaçmamayı veya kaçamak yapmamayı seçmiş seks düşünceleri, aralarında dertleşmekten yorulmaya başlarlar. Diğer mahkumları gördükçe sinirleri tepelerine çıkmaktadır. En sonunda var güçleriyle, çarpıcı bir dayanışma içinde planlar yapmaya başlarlar. Bu planlar içinde kaçmak yoktur. Ama kaçanlara derslerini vermek artık onların amacı olmuştur.Ne de olsa adil bir dünyada yaşamak isterler. Adil bir hapishanede de eşit şartlara sahip olmamak söz konusu olmamalıdır onlara göre. Böylece adaleti bozan mahkum avına çıkılır. Bu mahkumlar hapishane gardiyanlarının insafına bırakılmaz. Çünkü gardiyanlar en fazla cezalandırmaktadırlar. Hiç kaçamamış ve acı içindeki bu mahkumları geçici bir ceza tatmin etmez. Onlar "utanmadın mı? çok yanlışsın" diyerek bir ayaklanma çıkarmaktansa, hapishaneyi ateşe vermeyi tercih ederler. Yapamadıklarını yapanlar, cezayı haketmektedir. Onları yok etmek veya onlara işkence etmenin tam sırasıdır şimdi.

Karanlık ve dar bir sokak. Genç bir kız hafifçe tedirgin, evine doğru yol almakta. Üzerinde bir mini etek ve beyaz bir bluz, siyah desenli bir montla olabildiğince şık. Takip edildiğini hissediyor. Arkasına dönüp bakmaya korkuyor. Görmese de, yaklaşan ayak sesleri tedirginliğini artırıyor. Sonunda bu sesler kızın yanı başında bittiğinde takip eden adamın üzerine çullanmasıyla amansız bir mücadele başlıyor. Evet bu bir tecavüz sahnesi, sonrasındaysa vahşi bir cinayet işlenecek. Ama bizim filmimiz bu değil, öyle ya bizim filmimiz bu panik ve şiddetle hareket etmekte olan iki insan vücudunun başlarının içindeki organlarında. Hemen "pause" düğmesine basıyoruz ve filmimize devam etmek için sihirli bir röntgen makinasıyla iki beynin içine giriyoruz.

Birinci kahramanımız: Siyah Montlu Kadın

Kod adı: -Pazarlıklar Kraliçesi-

Siyah montlu, mini etekli kahramanımızın beyninin içindeyiz.Burada, diğer beyinlerde olduğu gibi asayişi sağlamak için kodesler mevcut. Her ne kadar seks düşünceleri olan mahkumlar belli oranda kapalı tutulsa da, arada bir dozunu kaçırmamak ve sonradan cezalandırılmak kaydıyla kaçamaklar yapılıyor. Bu suçlular bir içeride, bir dışarıda. Böyle gelmiş, böyle gider denerek alışılmış. Ne var ki, öyle gitmiyor.

İkinci kahramanımız: Tecavüzcü Kral

Kod adı: -Küskün Mahkum-

Kahramımıza diğerinden farklı olarak, pek haşmetli, son derece sıkı denetimli bir hapishane inşa edilmiş. Kız kardeşinin namusunu canı pahasına korumak, annesine laf gelirse, bunun "dünyanın sonu" olduğu gibi öğretilerle büyümüş. Bu doğrultuda da seks hapishanesinde, beyninin içindeki demir parmaklıklar hem son derece sağlam hem de elektrikliymiş. Kendilerini bildi bileli bu hapishanede büyümüş seks düşüncesi mahkumları, kaçabilen mahkumlara, az denetimli kodeslere diş bilemektelermiş. Etek giyen bir kadının hapishanesi mi? Bu nasıl adalet? Yok edilmeli, ateşe verilmeliymiş. Tecavüzcü kral, kazanmanın yolunu bulmuş. Adaleti sağlamanın yolu, eşitlikten geçermiş. O ne kadar çektiyse, diğerleri de çekmeliymiş. Öldüğü zamansa mezar taşında altın harflerle şöyle yazmış: "Çekti, çektirdi"

...

Bundan iki gün önce, bir arkadaşım okuduğu bir haberden bahsetti. Sonra da internet üzerinden habere beraberce baktık. Kızlarının erkeklere baktığı gerekçesiyle diri diri gömen baba ve kardeş söz konusuydu bu haberde. Onların beyinleri, kız çocuklarının erkeklere cinsel ilgi duymaları ve bu konuda herhangi bir eyleme geçmeleri durumunda "dünyanın sonunun gelmesi" inancıyla doluymuş belli ki. Bu amansız kodeste, seks mahkumları idam cezasına çarptırılırmış. Şakası yok. Peki bu ruhsal trajedinin çaresi ne? Beynimizin içi hapis dolu, düşünceler cinayet işlemekte, vücutlar da işleyip hapise girmekte, fakat bir türlü bunun sonu gelmiyor.

Kızını diri diri gömecek kadar dehşete düşmüş adamın hayatını geri saralım. En başa aldığımızda, doğum esnasında göbek bağını kesmek üzere olan doktor, elbette şunu söylememiştir. "Nur topu gibi bir oğlunuz oldu, fakat seks konusunda son derece tutucu inançları var, dikkat edin." Hiçbirimiz bu savaşla, mahkumiyetle doğmadık. Hapishanenin tuğlası, hammadesi korku ve utanç. Bu maddeyi bulup kullanmaksa bedava. Bol kepçeden, pek cömert paylaşılır oldum olası. John Lennon'ın aklına gelmiş, demiş ki bir hayal edin cennet veya cehennem olmadığını. İnsanlar kardeş olsun barış içinde yaşasın. Acaba John Lennon'ın bu sözleri ne kadar korkutucuydu ki, Mark David Chapman, havada dönerek gelip etlerini parçalamak üzere tasarlanmış bir mermiyi John Lennon'ın üzerine sıktı.

Üçüncü Kahramanımız: Mark David Chapman

Kod adı: - Kayıp Mark Nemo

Mark David Chapman, Iq düzeyi son derece yüksek bir çocukmuş. Bir hemşire ve Amerikan Hava Kuvvetlerinden bir askerin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Kızkardeşi ise kendinden 7 yıl sonra doğmuş. Çocukluğundan itibaren Mark, babasının kendisi ve annesine karşı cinsel tacizde bulunmasından ötürü korkuyla yetişmiş. En sevdiği grup, Beatles'mış. 14 yaşındayken eroin, LSD, maruvana gibi uyuşturucu maddeler kullanmaya başlamış. Uyuşmak ona yeterince iyi gelmeyince, 16 yaşında kendini hıristiyanlığa adamış. Akabinde de yine bir hıristiyan olan ilk kız arkadaşı Jessica Blankenship ile tanışmış. Hristiyanların sağlıklı ruh, akıl ve beden sağlığına kendilerini adadıkları bir kamp olan YMCA'da danışman olarak çalışarak ödül almış. Özellikle çocuklar arasında çok popülermiş ve ona "Nemo" rumuzunu takmışlar. Çevresi, bir yardımsever olarak çalışmalarını son derece takdir etmiş, ve özellikle çocuklara karşı takındığı ilgi, koruyucu tavır takdir görmüş.

Chapman kız arkadaşıyla beraber üniversiteye başlamış. Üniversite hayatında derslerinden geri kalmaya başlamış ve yaşadığı bir ilişki yüzünden kendini son derece suçlar olmuş. Jessicayı aldatmak hristiyanlığına ve ahlak anlayışına aykırı gelmiş olsa gerek. Giderek intihar düşünceleri geliştirmiş ve Covenant Üniversitesi'nden ayrılmış, kız arkadaşıysa bu esnada ilişkilerine son vermiş. Mark kampta çalışmaya geri dönmüş, fakat bir tartışma sonrasında oradan da ayrılmış. Sonrasında ise gardiyan olarak çalışmaya başlamış ve bir haftalık bir eğitim sonrası kendisine "silahlı gardiyan" ünvanı verilmiş. Bir kez daha üniversiteye devam etmeyi denemiş fakat yine başaramamış. Hawaii'ye gidip, kendini öldürmeye karar vermiş.

1977 yılında arabasının egzoz borusuna karbon monoksid vakumlayarak içeride boğulmayı beklemiş. Fakat vakum eriyince gaz yeterince dolmamış ve bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış. Yattığı psikiyatri hastanesinde depresyon teşhisi konmuş, ve iyileştikten sonra aynı hastanede yarı zamanlı olarak çalışmaya başlamış. Hastalara gitar çalıyor ve danışmanlık yapıyormuş. Bu sırada anne babası boşanmış ve annesi Mark'ın yanına Hawaii'ye yerleşmiş.

Mark 1978'de "80 Günde Devr-i Alem" filminden ilham alarak, 6 haftalık bir dünya turuna çıkmış. Bu gezi sırasında, yol arkadaşı Japon-Amerikalı Gloria Abe ile ilişkileri başlamış ve 1979 haziranında evlenmişler. Mark Castle Memorial Hospital adlı hastanede bir iş bulmuş. Gloria'nın seyahat acentasındaki patronuyla şiddetli bir tartışmaya girerek, eşinin işten ayrılmasını sağlamış. Bunun akabinde hastanedeki işine de son verilmiş. Tekrar işe alınmış, fakatbir hemşireyle yaşadığı kavga sonucunda tekrar ayrılmış ve başka bir yerde geceleri çalışan bir güvenlik görevlisi olmuş. Bu görevi sırasında aşırı derecede içmeye başlamış.

Mark hayatının geri kalan kısmında bazı takıntılar geliştirmiş. Bunların içinde bir roman, müzik ve John Lennon da varmış. Mark 1980'de John Lennon'ı öldürmeyi planlayarak New York'a gitmiş. Bu planından eşine de söz etmiş. Sonra bir gün sinemaya gitmiş. "Ordinary People" filmi onu öylesine etkilemiş ki, John Lennon'ı öldürmekten vaz geçmiş ve Hawaii'ye dönmüş. Bir klinik psikologdan randevu almış, fakat randevusuna gitmek yerine, New York'a dönmüş, John Lennon'a ulaşmış, Double Fantasy albümünü imzalatmış ve kendisiyle el sıkışmış. Beş saat kadar sonraysa, onu, Charter Arms 38 marka silahınyla 5 tane kurşunu üzerine sıkarak öldürmüş. Polis gelene kadar da, takıntılarından biri haline gelen, J.D Sallinger'ın romanı "The catcher in the Rye"'ı okuyarak beklemiş. Bu roman, aslında yetişkinler için basılan, fakat sonradan ergenler arasında, gençlerin isyanı, yabancılaştırılması ve karmaşaları gibi temalarla son derece popüler hale gelmiş.

Bazı şeyleri sakın düşünmeyin. Düşünceler hapis yatınca son derece yaratıcı katillere dönüşürler. Hapishanelerin güvenliğini bir artırabilsek. Bir türlü başaramadık.

Peki John Lennon'ın kurşuna kurban gitmiş hayali dünyaya ne kadar ait? Kolay mı gerçekten onun önerdiği gibisi? Zor ise nasıl zor? Sümüklü böceklerin sevişmesine arya eşlik ededursun, bizim seks hayatlarımızın şarkısı John Lennon'ın şarkısı mı? Mark Chapman'ın kurşununun sesi mi? Bazen birincisi, bazense ikincisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder