27 Şubat 2010 Cumartesi

Chopin

Benim anlayışıma göre Chopin, hiçbir zaman tam anlamıyla var olamayan, onun zamanında da özlemini duyduğu ve bir türlü günümüzde de dünyaya mal olamamış bir ruhani yaşantı bıraktı. Onun piyano yazısında ve orkestra yazısında bir sıra dışılık var. Bunu diğer bestecilerden en fazla Bach’ın anlayışına benzetebilirim. Benim için Bach varoluşu ve mucizesini, Chopin’se insanlığı ve özlemi, sesler yoluyla konuşturmaktalar. Bu seslere nota demeye dilim varmıyor. Armoni veya piyanistik yazı falan gibi terimler kullanıldığında veya yapıştırıldığında da kalbim kırılıyor adeta, konu Chopin olunca. Bu terimler ve iddialı başlıklar böyle yalın, evrensel sesleri, sınırlamak, hapsetmek ve entellektülleştirmek adına kirletmek bence. Bazı insanlar konuştuğu zaman “vay be” dersiniz, bu nasıl bir kültür, ne kadar da çok okumuş, gezmiş görmüş. Bir yandan gıpta edersiniz, takdir de edebilirsiniz, fakat içinizde pek saklı duran ama her nasılsa size sözünü geçiren başka bir ben, saate gizlice baktırır, “nasıl bir yolunu bulsam da kaçsam” dersiniz. Sonra da kendinizden utanırsınız. “Ben ne kadar da bilmiyorum” diye. Bu entelektüel bilgi dağarcığı o bilgilerle lagaluga yapmayı seven, bunu bir oyun haline getirmiş ama son derece “ciddi” ve “utandırıcı” bir tarzda sergileyen insanlar arasında adet haline gelmiş bir sidik yarışıdır bana sorarsanız. Bazense, yol kenarında oğlunu kaybetmiş, ağlayan bir kadına rastlarsınız. Veya sevgilisinden beklenmedik bir şekilde ayrılmış, kalbi kırılmış iç çekerek ağlayan biri size içini döker, veya coşkuyla kahkahalar atan bir insan içinizi neşeyle doldurur. Sevişirken, öpüşürken içiniz hoplar, adını koyamazsınız, açıklayamazsınız. Pek fizikseldir, teninizdedir, ağzınız,diliniz tarifinde tıkanır. Bu noktada insanlık susar, büyülü bir bütünlük, benzerlik ve bağlılık duygusu yaşanır. İşte bana sorarsanız müzik budur. Chopin’se bunun ta kendisidir. Böyle bütünleşmelerde düşünce, bilgi ve kültürden ziyade bir “tanıma” duygusu yaşanır. İlle de bilmek gerekmez. Chopin tek bir sesle piyanoda inler. Sağ elde bir sesi ısrarla uzatırken, sol ele son derece sade bir armoni (aynı anda basılan birkaç ses) koyar. Piyano uzun bir süre sessizce inleyebilir, tıpkı söyleyecek söz bulamayıp, bir köşede ağlamak, sızlamak gibi çaresizdir. Benim anladığım, Chopin’in duygularının ona verdiği yalnızlıktaki, tarfisizlikteki tek yolu, piyanonun tuşlarına basarak içindeki sızıyı, neşeyi, coşkuyu kelimelerin ve herhangi bir bilginin ötesinde dışa vurmak olmuştur. Ben Chopin’in tüm dünyanın ortak dili olan gülmek, ağlamak, korkmak, sevmek, kızmak, bağırmak, çığlık atmak, fısıldamak, ürpermek, dertlenmek, öpmek, dokunmak, şakalaşmak, flört etmek ve sevişmekten ibaret olduğunu düşünüyorum. Tüm bunları piyanonun başında “ses”lendirdiğine şahit oluyorum. Bu yüzden onun bıraktığı gerçeğe, katıksızlığa hayranım. Bu yüzden Chopin beni ağlatır, evde tuttuğum günlük veya sevgilime yazdığım mektup kadar özelimdedir. Andante’ye Chopin’le ilgili bir şeyler yazmak mı istedim? Yine yazarken başında ağlarım, tanırım. O tanıdık olan ne? Adı yok. Kelime, düşünce ve bilgilerin hemen altında duran incecik bir çizgide, bir türlü tutturulamayan, korkuyla hoyratça es geçilen “gerçek” insanlık. Chopin bunu özledi ve bunu bıraktı. En azından benim için, bu böyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder