6 Şubat 2010 Cumartesi

Başkaları Hakkında Kötü Düşünmek

On yıl kadar önce, ağabeyimle açtığımız Chopin Müzik Evi'nde iki kedimiz vardı. Sinbad ve Tırmık. Sinbad'ın kardeşi Tırmığa duyduğu sevgi ve her fırsatta kardeşini koruması, ona sarılması gerçekten çok dokunaklıydı. Aralarındaki bu yakınlık ve sevgi her alanda kendini gösteriyordu. Her şeyde bir sınır olduğu gibi, bunda da bir sınır vardı elbet. Sinbad'ın dillere destan sevgisi ve koruyuculuğu iki kardeşin önüne koyduğumuz süt, tavuk gibi besinlerde adil bir yaklaşımı benimserken, konu Whiskas olunca yaş mamanın lezzeti Sinbad'ın Tırmığa gösterdiği anlayışın sınırlarını zorluyordu. Tavuk ve sütü kardeşiyle huzur içinde yerken, whiskasın karşı konulmaz lezzetiyle Sinbad kardeşine hep şunu söylerdi:
- "Hrrrr!"
Bunu söylerken bir yandan da patisiyle sağında solunda kalmış mama kırıntılarının üstüne basarak onları da garantiye alırdı. Sinbad'ın kardeşini iri yarı köpekleri hiç çekinmeden kovalayacak kadar sevmeye ve korumaya ihtiyacı vardı. Whiskas'ın baş döndürücü tadınaysa bi miktar daha ihtiyacı vardı. Biz insanlarda bu nasıl oluyor? Aslında çok farklı değil. Türlü türlü ihtiyaçlarımız var. Para, sevgi, aşk, güç, itibar, ilgi, vs. Bunlar dönem dönem tıpkı yemeklerde olduğu gibi azalıp artabiliyor. Ben bunların içinden daha temel olan "sevgi" ihtiyacını suya benzetiyorum. Susuzluk ve sevgisizliğe karşı toleransımız daha bir düşük. Bu ihtiyaçlar ne kadar acil, ne kadar can yakıcı bir haldeyse, gözümüzün önünde bu ihtiyacını gidermiş veya gidermekte olan birine aman ne kadar iyi hepsi onun olsun diyemiyoruz haliyle. Tıpkı Sinbad'ın damarı gibi, bizim de damarımız tutuyor, "hrr"lıyoruz. Ağaç örneğinde olduğu gibi işin doğası, kiri çöpü de dahil kendisi böyle. Bu işin doğası nasıl bozulur?
İşte tarifi:
-"Kedi hrrlar sen hrrlama hayvan mısın?" diye utandırılır.
"Sen kıskanırsan da belli etme, içine at. Hatta daha iyi bir fikrim var. Kıskanma!"
diye de adına karar verilir ve programlanır. Bu programlamaya ve programlanmaya çalışma çağımızda ayrı bir komedi olarak çığ gibi büyümekte. İnsanlar bilgisayarları yapamadan da önce her nasılsa kendilerini bilgisayar yerine koymayı ve değerlendirmeyi pek güzel öğrenmişler. Tabi burada işin acısı programlanmaya çalışılan ve utandırılıp bastırılmaya çalışan insan hrrlamamak için bir süre kabuğuna çekiliyor. Yani program bir yere kadar başarılı. Fakat sonra, o pek kabuklu insanın pençeleri öyle bir çıkıyor ki ne Tırmık kardeşi, ne de pençesini geçirip parçaladığı her kimse onu besleyen anası babası oluyor. Pek dramatik öyle değil mi? Hem de nasıl öyle. Dünya gerçeğinde de bu "derisi siyah olmasın, olursa da köle olsun" diye bastırılmış, utandırılmış insanların her nasılsa pek fazla cinayet işlediğinden, hırsızlık yapmasından yakınılması gibi. İşin daha da trajik yanıysa bilgisayar gibi mantıklı insanlarımızın "İşte haksız mıyız? siyah olmasa cinayet işlemezdi, bunların soyu bozuk" diyebilecek kadar da yaratıcı software, yazılım, kurulum sihirbazlarıyla donanmış olmaları. Geçen gün bir arkadaşım anlattı. Bir travesti gün içinde dolmuşa binmeye kalkmış. Travestiler geceleri vampir olarak yaşayan canavarlardır bu yüzden gün içinde görülmeleri son derece uygunsuzdur. Bu yüzden olsa gerek, dolmuş şoförü kendisini gitmek istediği yere götürme konusunda yardımcı olmak istememiş. Çünkü o kadın gibi giyinmek isteyen ve kadın gibi konuşan bir erkekmiş. Yürüsün! Hatta yürümesin gece dolmuş şoförleri içki içip "sapıtıncaya" kadar beklesin. Belki o zaman kabul görür..
Velhasıl, travesti haklı olarak hakkını aramaya çalışmış. Arkadaşım da dolmuş şoförünü kınamış, "ne yapıyorsun be sen? onun ne farkı, ayrıcalığı var allahaşkına!"gibilerinden çıkışmış. Travesti arkadaşıma dönüp şöyle demiş:
"Sen sus orospu!"
Arkadaşım şunu söyledi ve içim sızladı. "O anda dolmuştan inip ona sımsıkı sarılmak istedim. Ama bunu kabul etmeyecek kadar geçgindi. "
Derisi siyah olan insanlar, "böyle olma" dendikçe gerçekten de değişirler. Ama renkleri değişmez. Travestiler, "karı gibi giyinme" diye değişmeleri emredildikçe, değişirler, ama giysileri değişmez. "Kıskançlık" ve bunun gibi "kötü" düşünceler de "olma" dediğimiz zaman değişirler. Zenci dışlanınca katil, travesti aşağılanınca barbar, kıskançlık bastırılınca zalim olur.
Eğer çoluğumuza çocuğumuza pek erdemli olmalarını, kıskanmamalarını, arkadaşlarının güzel şeylere sahip olmalarından gurur duymalarını öğütlersek, aksini de yaparlarsa pek ayıp olduğunu işlersek, süper tehlikleli ve yalandan insanların tohumlarını atmış oluruz.
Yine bağırıyor modern ve erdemli insan:
Peki ne yapalım? Kıskansın mı? Asıl o zaman gör sen ne oluyor? Hayata bu kadar pembe gözlüklerle bakılmaz!
Gözlükler pembe değil bay modern. Hayata gözlüksüz bakın diyorum ben. Sinbad ve Tırmık gibi. Hrrlamalrınızı doğanızın bir parçası olarak kabul edin. Hem sizin kediciklere göre kapı gibi bir avantajınız var. Aklınız. Kullanıyorsunuz da zaten. Benim tek dediğim, bu aklı kullanmaktaki ufak hesap hatası. Ne mi yapalım? Büyükler küçüklere öğretir ya hani. Nasıl yetiştiriyim de iyi insan olsun misali. Örnek olma falan halleri. Küçüklerin başına can yakıcı şeyler geldiği zaman, "böyle olma!" gibi dahiyane bir çözüm önermek yerine, onların nasıl olduklarını sorun ve onlarla deneyimlerini, kendi deneyimlerinizi paylaşın. Bir çocuk eve mutsuz geldiği zaman, dersini çalışmayıp sınıfta kaldığı zaman, ona şöyle olma böyle ol demek yerine, nasıl olduğuyla ilgili onunla sohbet edin. İnsanlığın özelliği asıl bu işte. Kaç yüzyıldır sessizce pek mahremmiş gibi saklı tutuluyor her nasılsa bu mucizevi özellik. Gizli gizli terapi odalarında insanlar birbirlerini yargılamadan, ilgilenerek dinliyor ki, kabuk bağlamış yaralar iyileşsin, etrafa iltihapları saçılmasın. Bu odalarda neler mi konuşuluyor? Nelere mi ağlanıyor? Daha önce konuşulamayan, dinlenemeyen, ağlanamayan binbirtürlü "insan doğası" "insan gerçeği". Terapi de ayrı bir program ya neyse. Türlü türlü program var bu alanda da. Ama buna daha sonra değinmek istiyorum. Habire böyle daldan dala atlayarak yazıyorum diye benim hakkımda kötü şeyler düşünüyorsanız, sakın düşünmeyin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder