6 Şubat 2010 Cumartesi

Ah Bu Küfürler ve Terbiyesizlikler

İnsanlar odalarını, arabalarını, evlerini dağıtır sonra da bir güzel toplarlar. Çok da huzur veren bir şeydir toplamak. En azından benim için. Hatta huzurum kaçınca, bir şeye sinirlenince, kızınca, odamı kaşla göz arasında toplayıveririm. Bir de insanlara bazen bir uyarı gelir. "Terbiyeni topla!" Terbiye nasıl dağılır? Nasıl toplanır? Bu, odayı, arabayı veya evi toplamaya pek benzemez. Nasıl mı benzemez? Pek huzur vermez. Terbiyemi topladım pek rahatım diyen bir insanla karşılaşmadım henüz. İnşallah da karşılaşmam. Neden mi? Çünkü onun insan olduğundan şüphe ederim. O mutlaka uzaydan aramıza sızmış bir ajandır.
Bir canlıyı tehdit ettiğiniz zaman genelde ya kaçar ya da saldırır. Karşınızdakine ağız dolusu küfürü bastığınızda, anasına babasına sövdüğünüzde ona saldırıyorsunuz demektir. Burada yine "kıskanç olma" diyip de kıskanç olmamayı canla başla başarmak için kendinin de başkalarının da canını çıkarmayı öğrenmiş modern insan gibi, "saldırgan olmayalım kütfen" diyerek bir "olma" komutuyla dünyanın en güzel saldıran insanını yaratma tuzağına lütfen düşmeyelim. Kime diyorum! Modern insanımıza tabi.
Peki, "saldırgan ol!" mu diyelim o zaman? Ben diyorum ki, madem aklımız var, düşünebiliyoruz. Herhangi bir şey olmadan önce, bir anlamaya çalışsak kırılan gücenen mi olur? Acaba günah mıdır ayıp mıdır? Öyleyse de günahı boynumuza, gelin şu saldırganlık üzerine biraz kafa yoralım. Vallaha çok zor değil. Hem de zevkli. Benden söylemesi.
Deminki örnekte, ana avrat düz giden bir insan, evet saldırmaktadır. Ama örneğin başında belirttiğim gibi, o insan saldırıya uğramıştır zaten, veya saldırıya uğradığını düşünmektedir. Dolayısıyla da korkmuştur. Tehdit altında hisseden insan her zaman ayaklarıyla kaçmaz. Yüzünüze bakarken ve sizinle konuşurken yok da olabilir. Yine tehdit altında hisseden insan üzerinize yürüyerek saldırmayadabilir. Bakışı, gülüşü, sözleri ve hakaretleriyle de donanımlı bir cephanesi vardır.
Cephane deyince, acaba insanlar sözel ve fiziksel bunca silahı neden üretti? Saldırmak, saldırmamak konusuna girerken, işte hemen kapıda neyle saldırdığımız bizi karşılıyor. Önce bu silahlarla tanışmak lazım. İnsanlar yaratıcılıklarının yarısını diğerlerini nasıl mahvederim, öldürürüm veya canını yakarım üzerine boşuna kullanmadılar herhalde. Bir bildikleri vardır. Benim anladığım şöyle:
Hayvanlar genellikle karınlarını doyurmak için öldürür. Bir ineğin başka bir ineği "vay sen nasıl bir ineksin hepimizin yüz karasısın" diyip döverek öldürdüğü pek görülmemiştir. Her nasılsa insanlar türlü sebeple birbirini öldürebilir. Hayvan aç kaldığında tehdit altındadır. Aç kalırsa devam edemez, ölür. İnsansa sadece aç kaldığında tehdit altında değil belli ki, "sen nasıl bana yan bakarsın?" "Sen nasıl buna inanırsın da şuna inanmazsın?" gibi gerekçelerle birbirlerinin karınlarını deşebiliyor. İnsanların havada şahane bir hızla dönerek hızla kalbinizi ve iç organlarınızı parçalayan, hem de sonra sırtınızdan çıkıp giden mermileri fırlatabilen şahane silahları vardır. Bunları ve daha da ölümcüllerini icat edecek kadar sanatsal bir hale getirmişlerdir bu konuyu. Eğer bunca enerji, yatırım ve merak saldırganlık konusunda nice bombalar icat edip sonra da onları kullanacak kadar ileri gittiyse, terbiyeler bu kadar bozulduysa, insanlara "terbiyeni topla" demektense, insanları neyin bu kadar tehdit ettiğine bakmanın daha mantıklı bir yol olduğunu düşünüyorum.
Peki insanlara ne saldırıyor? Kim bizi yiyecek? Birbirimizi karnımızı doyurmak için yemiyoruz da, neden hala birbirimizi yiyoruz? Sanmayın ki "yemeyin!" diyeceğim. Yok öyle kolaya kaçmak, "böyle olma" deyip canavar üretmek. Ben yine diyorum ki, nasıl böyle oluyoruz ve bu müthiş tehdit neymiş, onun hikayesine bakalım.
Bu noktada fazla dağılmamak ve elimden geldiğince yanılmamak için, kendimden örnek vermek istiyorum. Bu hayatta başıma neler geldi? Hatırlayamadığım bir iki yıl var. 9 ay boyunca annemin karnında garip bir ortamda şekillendim. Kertenkeleye benzer minicik bir organizma halindeyken minik bir biblo kadar insansı bir yaratık olarak annemin karnında, çıkacak kadar büyük hale gelmeyi bekledim. 9 ay geçti ve ben annemin sınırlarını zorlayarak, ıkına sıkına dünyaya fırladım. Ne oldu? Göbek bağımı kestiler, annemin kucağına verdiler. "Oğlunuz oldu gözünüz aydın gibi şeyler söylediler. " Bir süre pek anlamazmış insan anneden bağımsız olduğunu. Memesini emzirirken ve koynunda uyurken, herhalde ben de anlamamışımdır. Sonra köşede duran, acıkınca emzirilen çaresiz bir yaratıkken, yavaş yavaş hareket edebilen, sesler çıkarabilen, çevremi kendi isteklerime göre gücümün yettiğince yönlendirebilen bir canlıya dönüştüm. Acıkınca bağırıyor, yediğimden tiksinince yüzümü buruşturup sesler çıkarıyor ve tükürüyordum. Çocukluk döneminde pipimi gösterdiğim, atçılık veya saklambaç gibi oyunlar oynadığım, güldüğüm ağladığım zamanlarda tehditler pek azdı. Söylediğim şeyler ciddiye alınmıyor, alınsa da çocuk olduğum için affediliyordu. "Ben hamile kalmak istiyorum!" diye bağırsam, "Allahaşkına bir daha söyle, akşam baban geldiğinde!" diyip sevgiyle mıncıklanabiliyordum. Sonra işler "ciddi"leşmeye başladı. Kırk tane çocuğun sıralarda oturduğu, tahtalara işlenen derslerin ve öğretmenlerin adlarının yazıldığı büyük odalara konmaya ve bazı kurallara maruz kalmaya başladım. Öğretmenime "sen" diye hitap ettiğim zaman diğer çocukların bana dönüp sınıfın ortasına kaka yapmışım gibi baktıkları zamanı özellikle hatırlarım. Onlar benden önce öğrenmişlerdi, saygısızlığın nasıl da kınandığını. Hatta kınamayı bile öğrenmişlerdi. Geç adapte olmuştum bu hayat derslerine. Sonra bir takım başka dersler de aldım. Tabi bunlar pekiyi almak için ezberlediğim ders notlarındaki konular değildi. Bunlar "kınanmamak" için dikişi nasıl tuttururum hesabıyla dikkatli adım atmayı öğrendiğim "doğru insanlık" dersleriydi. Doğrusu nasılmış? Okulda şunları öğrenip doğrulaştık:
-Kızlar duygusaldır, ağlarlar, erkekler güçlüdür, güreşirler.
-Öğretmenler çalışkan öğrencileri severler, tembelleri döverler.
-Derslerime çalışmazsam, annemler bile okuldaki yabancı öğretmenlere dönüşebilir.
-Büyüklere belli şeyler anlatılır, belli şeylerse tenefüslerde fısıldayarak konuşulur. Özellikle seksle ilgiliyse, bu çok ayıptır, sınıftan atılınır.
-Ders kitaplarını iyi ezberlemezsen "kötü çocuk" "haylaz, işe yaramaz" olursun.
Sanmayın ki ben çocukların hor görüldüğü, eğitimin son derece kötü olduğu bir ilkokulda okudum. Annem ve babam beni en nezih, en korunaklı eğitimi almam için son derece desteklediler ve çabaladılar. Yani demek istediğim, bunlar benim başıma gelen bahtsızlıklar olmaktan ziyade, dünya düzeninin getirdiği, alışılagelmiş adetlerdi. Bu adetler onları uygulamayı öğrenmenin yanında biz çocuklara ne verdi. Tehdit altında yaşamayı. Öğretmenler çocuk çalışmayınca açlıktan ölmezdi. Fakat bir leoparın ceylana saldırmasındaki hararetle tembel öğrenciye saldırabiliyorlardı. Gerekliliğini asla anlamadığımız sayfalarca cümleyi ezberlemezsek, okul öncesinde altı yıldır bizi seven ve koruyan anne babalarımızın suratı asılır, sınıftaki itibarımız derinden sarsılırdı. Uslu çocuklar yaramazların yanına oturtulur. "Ona uyma bak seni de gebertirim!" diyerek yaramazların uslulara uyması beklenirdi. Sürekli tehdit altındaydık. İstediğin gibi konuşma, istediğin gibi oturma, yürüme, kalkma, durma, koşma, düşünme, anlama, sorma, anlatma,yapma. Olma.
İşte ilkokuldan itibaren ezberleyip unuttuğumuz ve öğrenmediğimiz o laf kalabalığının yanında başka çok önemli ve can alıcı bir şey öğrenmiştik. Kendimizden, varoluşumuzdan utanmayı. Utanmayı öğrenmek pek kapsamlı çetrefilli bir işmiş. Utanmayı öğrenen hemen akabinde utandırmayı da öğrendi. Böylece bu çok değerli bilgi,fazla bir zahmete gerek kalmadan nesillerden nesillere aktı gitti.
Bunun tabancayla atom bombasıyla veya saldırganlıkla ve terbiyesizlikle ne alakası mı var?
Tehdit altında olan canlıların saldırması veya kaçması, tehdit altında yetişen insanların da saldıran veya kaçan insanlar olarak dünyaya saçılması bilmem tanıdık geliyor mu. Eğer aldığım şahene ahlak kuralları içeren eğitimim boyunca cinsellikten utanmayı öğrendiysem, bu bilgim doğrultusunda cinselliğimle ortalığa saldırırım. Aman saygısız olma büyüklerine cevap verme motosuyla yetiştiysem, büyüklerimin arkasından öyle büyük cevaplar veririm ki yer sarsılır. "Sevgiline yan gözle bakan olursa namusun tehlikededir, namus ise senin canından kıymetlidir" ilkesiyle büyütlürsem, namusumun elden gitmesinden öylesine utanırım ki, mermiler fışkırtan veya karın deşen silahlara sarılıp beni tehdit eden bir başka insanı kaşla göz arasında yok etmem işten değildir.
Aslında bazen, insanların beynini alıp yıkamak istiyorum. İçine ne kadar "lafta" tehdit varsa silip süpüren, yıkayan bir hortum tutup bütün namus, değer, sorumluluk, ahlak, prensip ve bunun gibi fantastik tehditleri yıkayabileyim ki, ortaya namuslu, sorumlu, ahlaklı ve prensipli ve kendi gibi olan, kendinden utanmayan insanlar çıksın. Geldi yine benimki. Kim mi? Bay modern. Bağırıyor yine:
"Bunlar olmazsa sorumsuz, namussuz, ahlaksız insanlarla dolar bu dünya! İnsanlara utanmayın demekten utanmıyor musun!"
Olmadı be bay modern. Bak kendi kazdığın kuyuya düştün yine. Hiç yakıştıramadım sana. Utan demiyorum ama yine de. Ben diyorum ki, sen iyisi mi saldırmadan önce, seni neyin tehdit ettiğine bak.
"Cinsel birleşme, cinsel organları emmek, orospuluk, vs.." Çok ayıp. Bunların hepsi ayrı tehditler.Ne yapsak bunlarla? İyisi mi bunlardan küfür yapalım. Her biri hakaret olsun. Yaşaması zevkli mi? Evet ama konuşması ağıza alması ayıp. Nedenini nasılını sorgulamayalım.Bizi belli hallerimizle kabul ettiler, yarımızdan çoğunu yasak ettiler. Biz kabul görmedikçe utandık yok olduk. Silahları kuşanalım. Utancımızı namluya koyalım, tetiğe basalım ki, karşıdaki daha beter utansın, bizim gibi yok olsun, var olmasın. Biz yok olmayı ne kadar öğrenirsek, yok etmeyi de öyle güzel becerir, onu da çok güzel öğretiriz. Vallaha utandırmak için yazmadım! İki gözüm önüme aksın.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder